Yayıncılıkla ilgili değiştirmemiz gereken 5 önyargı
Yayıncılıkla ilgili pek çok önyargımız var. Mesela, günümüzde kötü kitaplar basılıyor! Yayıncılık başka bir iş, yazar, yayıncı, dağıtımcı, kitapçı kazanmasa da olur. Yazarlar satışla, pazarlamayla ilgilenmez. Torpillilerin, belli zümrelerin kitapları basılır gibi… Acaba öyle mi?
Galat-ı meşhur gibi üzerine kafa yorulmayan, yayıncılık endüstrisini yakından tanımayanların sık sık tekrarladığı bazı önyargıları kırmak için ameliyat masasına yatırmak istiyorum.
Bu konuda ne düşündüğünüzü bana web sitemdeki e-posta adresimden veya Twitter, Instagram, Facebook ve Linkedin hesabımdan bana yazar mısınız?
Hadi başlayalım.
1- Günümüzde kötü kitaplar basılıyor!
“Ortalık kötü kitap doldu! Eskiden böyle miydi?” Bazı okurlar Şeyma Subaşı, Nilgün Bodur gibi örnekler göstererek piyasanın günümüzde bozulduğunu, yayıncıların artık popüler kitapların peşinden gittiğini söylüyor. Hatta, “Çok satan okumam” diyen pek çok okurla karşılaşıyoruz.
İşin aslı şu: tek bir okur profili yok. Yayıncılar yüzlerce farklı okuma zevkine, geniş bir beğeni yelpazesinde kitap sunuyor. Bunların bazıları yıllar süren akademik araştırmalar veya kült kitaplar olabildiği gibi bazıları eğlencelik kitaplar da olabiliyor.
Üstelik bu sadece günümüzün gerçeği değil. Eskiden de beyaz diziler, ucuz romanlar, eğlencelik içeriklere sahip kitaplar basılırdı. Hatta bugün çok satacağına inanılan bu tarzda kitaplara editoryal olarak daha fazla zaman harcanıyor ve nitelikleri geçmişteki “kötü kitaplar”dan çok daha iyi!
Çok satanlar hakkındaki yargılarım Friedrich Dürrenmatt bir dönem çok sattığını öğrendiğimde yıkıldı. Artık şöyle düşünmeyi tercih ediyorum, satıyorsa okurun bir ihtiyacına hizmet ediyordur ve değerlidir.
Ayrıca biz kim oluyoruz ki başkasının okuma zevkine müdahale ediyoruz. Bizim de zaman zaman çıtır çerez bazen de “ağır kitaplar” okumak geçmiyor mu içimizden?
Kitabını yayınevine gönderip beğendiremeyen, kızgınlığını eğlencelik kitaplara yönlendiren yazar adayları var. Onlara tavsiyem, neyi daha doğru yapabileceklerini sorgulamaları… Onların basılmasının önündeki engel kesinlikle eğlencelik kitapların çokluğu değil!
Çok iyi biliyorum ki yayıncılar yayınlanacak nitelikteki kitapları mumla arıyor. Böyle bir kitapla karşılaştıklarında ise telifini almak için birbirleriyle sıkı bir rekabete giriyor.
2- Yayıncılık ticari bir alan değildir, olmamalıdır
Cem Yılmaz, sanatçı kazanmamalı önyargısını yıkmamış mıydı? Anlaşılan yıkılan bu önyargı sadece oyunculukla sınırlı kalmış. Yayıncı, yazar hatta dağıtımcı, kitapçı kazanmamalı önyargısı dimdik ayakta!
Oysa bu paydaşlar kazanmazsa yayıncılık sürdürülebilir olmaz. Sürdürülebilir olmadığında kitap basılamaz. Kitapsız kalmanın toplumda yaratacağı boşluğu düşünebiliyor musunuz? Siz hiç kazanmadığınız bir işi sırf toplum yararına yapar mıydınız?
Sevsek de sevmesek de insanlığın ilerlemesindeki en önemli mihenk taşlarından biri ticaret. Kitap okuyabilmek istiyorsak yayıncılar, yazarlar ve bu işten ekmek yiyen herkes hayatını bu faaliyetleriyle idame ettirebilmeli.
Herkesin kazanmasının tek yolu var aslında. Türkiye’de 1–2 milyonla sınırlı olan kitap okur sayısını 50 milyona çıkarmak. Böyle bir Türkiye’nin önünde kim durabilir?
Bu gelişme, yayıncılık alanındaki maliyetlerin düşmesine ve pek çok kitabın daha nitelikli basılabilmesine de imkan tanır. Her birimiz çevremizden bir iki kişiyi okumaya ikna edebilsek keşke!
3- Yazar ticareti, satışı düşünmemeli
Sinemada satın aldığımız patlamış mısırları Shakespeare yüzünden daha pahalıya yediğinizi söylesem?
1590’da tiyatroya giriş dört peniydi ve tiyatrocular yeterince kazanamıyordu. Shakespeare bir gün dahiyane bir fikirle çıkageldi. Tiyatroda yiyecek satılacaktı. Tiyatro büfelerinde ilk başta tatlı olarak portakal, karnınızı doyurmanız için etli börek ve oyuncuya fırlatabilmeniz için(!) domates satışına başlandı ama esas buluş tabii ki bu değildi!
Oyun 3,5 saat sürdüğünden herkes acıkıyordu. İçerideki fiyatlar dışarıdakinden yüksekti ama dışarı çıktığınızda içeri girmek için tekrar dört peni ödemek zorunda kalıyordunuz. Böylece Shakespeare’in ticari zekası sayesinde tiyatro ve sinemalar hala geçmişte olduğundan daha iyi kazanıyor.
Peki, JK Rowling dünyanın en çok kazanan yazarı olmadan önce klasikleri kaleme alan edebiyatçıların dünyasında ticari zekası en yüksek yazar kimdi? Bilemediyseniz cevabı hemen veriyorum. Charles Dickens yazarlıktan 40 milyon pound kazanmıştı. Peki ama nasıl?
Dickens 8 Şubat 1836’da buluştuğu yayıncısına, kitapları fasiküller halinde yayınlamalarını teklif etti. Böylece okurlar en heyecanlı yerinde kalan fasikülün devamını okumak için her ay ve iki yıl boyunca kitapçıların kapısını aşındırdılar.
O dönemde ciltli kitap kapakları hayli pahalıydı. Kapağı daha kalın kağıttan (paperback) yapmayı önerdi, böylece ciltten de kar edeceklerdi. Böyle basılan ilk roman olan Pickwick Kağıtları, 1836’nın ve 19. yüzyılın en çok satan romanı oldu.
Roman çok başarılıydı ama kağıdı okurların elinde dağılıp gidiyordu. O dönemlerde halk kütüphaneleri de olmadığı için herkes evindeki kütüphaneye mahkumdu. 1837’de romanın son fasikülü yayınlandı. Okurlar dükkanlara koştuğunda, orada pırıl pırıl ciltli yepyeni bir Pickwick Kağıtları baskısı gördüler ve bunu satın alıverdiler.
Evdeki eski fasikülleri artık atabilirlerdi. Dickens bunları komik paralara toplattı, üstelik yeni baskısını almışken eski püskü dağılan kağıtları satabilmek okurların hoşuna gitmişti. İlk başta Dickens’ın bunu neden yaptığını kimse anlamadı. Oysa Dickens’ın ticari planları henüz sona ermemişti. Bir süre sonra toplattığı ucuz kağıtları güzel bir ciltle “Koleksiyoncu Baskısı” olarak piyasaya sürdü. Kitabın fanları çıldırdı, bunu da satın almak için birbirleriyle yarıştılar. Hatta kitabı banka kasalarına koydular, bu baskı yıldan yıla altın gibi değer kazandı.
Böylece bir kitabı üç kez okurlarına satan Dickens, 24 yaşında tüm dünyaca tanınan bir yazara dönüştü. Acaba diyorum, yazarlar satışı, ticareti düşünmemeli önyargımızı bir daha mı gözden geçirsek?
4- Yayıncılar torpillileri basıyor
Önyargılarımızdan biri de prestijli yayıncıların tanıdıklarının, torpillilerin veya belli bir zümreye ait kişilerin kitaplarını bastığı yönünde.
Yayıncılar bir kitabı basmaya yazarına, konusuna ve eserin niteliğine bakarak karar verir. Öncesinde de yayın politikalarına ve kitap seçkilerine uygun olup olmadığına bakarlar. Her yayınevinin bu maddelere ekleyeceği pek çok kriter mutlaka vardır.
Peki neden yayıncılıkta belli kişiler öne çıkıyor? Çünkü her alanın kanaat önderleri bellidir. O konuda epey çalışmışlardır, dolayısıyla bir kitap çıkacaksa onların bu konu hakkında kelam etmesinden daha doğal ne olabilir?
Sanılanın aksine yayınevleri hayır kurumu veya tamamen kamusal yarar gözeten işletmeler -ki elbette bunu gözetirler- değiller. Bir yayınevinin kitap basması demek, yazara hem maddi hem de manevi yatırım yapması demek. Siz cebinizden inanmadığınız bir projeye çıkarıp 10 bin, 50 bin, 100 bin lira harcar mısınız?
Yaparsınız. Tabii sadece o kitaba inanıyorsanız.
5- Kes-yapıştır ile benim de kitabım olabilir
Artık herkes kitap yayınlatmak istiyor. Bunun için imkanlar da çoğaldı. Klasik yayıncılık, whatpadd gibi uygulamalar, e-kitaplar, talebe göre basım (print on demand) veya kişisel yayıncılık gibi imkanlar yazmayı sevenlerin iştahını kabartıyor.
Herkes fiili olarak kitap bastırabilir ama içeriği ne olacak? Aleni şekilde başka kitaplardan kes yapıştır yapanlar var, bir de duyduklarını kendi fikri gibi yazmakta sakınca görmeyen hatta bunu yaptığının farkında bile olmayanlar…
Oysa yayınevlerinin kitap yayınlarken baktığı ilk şey, kitabın özgün bir fikir içerip içermediği, içerik olarak o konuyla ilgili bir açık olup olmadığı… Yeni farklı bir bakış açısı, özenli ve katma değeri yüksek bir araştırma, mesleki bir yenilik içermeyen bir kitabın satmasına ve okuru mutlu etmesine imkan yok.
Kurgu dışı alanda çalışanların, en sık yaptığı hatalardan biri kitaptaki örnek vakaların herkesin bildiklerinden seçilmesi. Kurgu alanında çalışanların en sık düştüğü hata ise anılarını derlediklerinde veya duygularını yazdıklarında bunun bir roman, hikaye olacağını düşünmeleri…
Bu tür kitap dosyalarını editörler reddediyor. Çünkü değerli olan, herkesin yazabildiğini yazmak değil, yazılmamış olanı, yazıldığında toplumda katma değer oluşturacak içeriği kitap metodolojisine uygun yazmış olmak.
Yani evet, bilerek ya da bilmeyerek kes yapıştır ile kitap görünümlü dosyalar oluşturabilirsiniz ama gene de bir kitap yazmış olmazsınız.
Not: Shakespeare ve Dickens’ın daha kapsamlı hikayelerini Elliot Engels’in Oscar Nasıl Wilde Oldu kitabında okuyabilirsiniz.